BU SİTEYİ KURAN,YÖNETEN VE GÜNCELLEYEN By_SehZaDe=MUSTAFA MİKAİL CÜCE mmikail05@hotmail.com Cehalet insanı çirkinleştirir Suskunluğum asaletimdendir Her lafa verilecek cevabım vardır Lakin lafa bakarım laf mı diye Adama bakarım adam mı diye... !
   
 
  NasReDDiN HoCa 2

Allah’ın belâsı hükümdarsınız.

      Timur han, Anadolu’yu işgal ettiğinde halka büyük zulüm etmiş, evlerini tarlalarını yakıp yıkmış, birçok kişiyi öldürmüş zalim bir Moğol’dur.

      Akşehir’e yerleştiğinde, şehrin ileri gelenlerinden on beş kişiyi çağırtmış. Tek tek yanına almış ve;
      - “Ben adil miyim, zalim miyim ?” diye sormuş.

“Adilsin” diyeni de, “zalimsin” diyeni de öldürtmüş.

      Ertesi gün tekrar on beş kişi göndermelerini Akşehirlilere emretmiş.

Büyük bir korkuya kapılmışlar. Nasreddin Hoca’ya koşmuşlar. Giden heyette bulunması için kendisini ikna etmişler.

Heyet Timur Han'ın huzuruna varmış. Timur heyetin başındaki Nasreddin Hoca'ya sormuş :
      - “Söyle bakalım Hoca efendi ! Ben adil miyim, zalim miyim ?”

      Hoca hiç tereddüt etmeden ve kuvvetli bir sesle cevap vermiş :
      - “Siz ne adilsiniz nede zalimsiniz. Siz yoldan çıkmış, azıtmış bu millete Allah’ın gönderdiği büyük bir belâsınız.” demiş.
      Timur Han bu cevaptan hoşlanıp heyettekileri bağışlamış.

Deli deli aktığın için

Sıcak bir yaz günü , Nasreddin Hoca yolculuğa çıkmış. Yol kenarındaki hayrat çeşmeden su içip, elini yüzünü yıkayıp biraz serinlemek ve Abdest tazelemek istemiş. Bakmış ki çeşmenin borusuna bir odun parçası tıkalı. Odun ıslanıp şiştiğinden yerinden kolay çıkmıyor. Hoca epeyce uğraşmış, tıkaçı kuvvetle çekerek çıkarmış. Kenara çekilmesine fırsat kalmadan, tazyikli bir şekilde borudan fışkıran su elbiselerini ıslatmış. Hoca çeşmeye şöyle bir bakarak söylenmiş;
- “Anlaşıldı, anlaşıldııı! O kazığı böyle deli dolu aktığın için ağzına tıkamışlar!”

Nasıl anlaşılıyor ?

Afrika'dan yeni dönmüş birisi, oralarda kavurucu sıcaklar yüzünden insanların çırılçıplak gezdiklerini anlatıyormuş. Hoca sözünü kesmiş :
- “Pekii, oradakilerin hanımefendi mi, bey efendi mi (insan) oldukları nasıl anlaşılıyor ?”

Kızına hoca bulacağına

Bir gün Nasreddin Hoca'ya komşu kadınlardan biri,
- “Hoca efendi” demiş, “bizim deli kıza muska mı yazarsın, nefes mi edersin, ne yapacaksan yapsan da biraz akıllansa... Hiç sözümü dinlemiyor, densizlik edip duruyor.”

      - “Hanım” demiş, Hoca: “Sen kızına hoca bulacağına koca bul. Bak o zaman nasıl mum gibi olur!”     

Yanında eşek bulundursun !

Nasreddin Hoca, eşeğini mahkeme kapısına yakın bir yere bağlayıp pazara alışverişe gitmiş.

O sırada kadı, hilekâr bir satıcıyı yargılamış, Merkebe ters bindirerek şehirde dolaştırılma cezası vermiş.

      Suçluyu, kapının yakınındaki Hoca'nın eşeğine bindirip gezdirmeye başlamışlar. Hoca çarşı içinde mübaşirin gezdirdiği suçlu adamı görmüş, ses çıkarmamış. Mübaşir eşeği aldığı yere götürüp, aynı şekilde bağlamış.

      Birkaç saat sonra Hoca ellerinde paketleri ile eşeğinin yanına doğru giderken, birde bakmış ki aynı suçluyu bir daha eşeğine ters bindirmek üzereler. Bu sefer müdahale etmiş.
       Suçluya dönüp yüksekçe sesle :
      - “Ya hilekâr esnaflıktan vaz geç, ya da yanında bir eşek getir” demiş.

  Kayıp Heybe Bulunmasaydı

Nasreddin Hoca bir köyde misafirken heybesini yitirmiş.
Köylülere:
- “Ya heybemi bulun, ya da ben yapacağımı bilirim” demiş.

      Köylüler telaşlanmışlar. Arayıp taramışlar, heybeyi bulup Hoca'ya getirmişler. Köyden ayrılırken de :
      - “Hocam” demişler, “heybeyi bulmasa idik ne yapacaktın ?”

      Hoca şöyle bir elini sallayıp :
      - “Hiç” demiş, “evde eski bir kilim vardı, gidince onu bozup heybe yapacaktım !”            

Hatim bile indiririm

Nasreddin Hoca ve hanımı, diğer bir kasabadaki imam arkadaşlarına misafir olmuşlar. Ev sahibesi hanım akıllı, güzel ahlâklı ve çok becerikliymiş. Evinin içini ve bahçesini imrenilecek kadar güzel tanzim etmiş. Mükemmel bir sofra hazırlamış. Yemişler, içmişler.

      Eve döndüklerinde, konuşurlarken söz arasında karısı, Nasreddin Hoca'ya :
      - “Benimle olurken, elimi tutarken besmele çekiyorsun” demiş.

      - “Tabii besmele çekeceğim, Allah'ın emridir” diye karşılık vermiş Hoca .

      - “Amma arkadaşın imam efendi karısı ile yatacaksa, evvelâ bir Yasin okuyormuş” demiş karısı.

      Hoca gülmüş;
      - “Ah Hanımcığım” demiş Hoca, “benim öyle karım olsa hatim bile indiririm.”  

         Minarenin mimarisi

Nasreddin Hoca Konya'ya gidiyormuş. Yolda, Konya'ya gitmekte olan Sivrihisarlı bir hemşerisiyle karşılaşmış. Selâmlaşmışlar, birlikte yola koyulmuşlar.
Konya'ya yaklaşırlarken Sivrihisarlı adam yüksek minareleri görünce merakla sormuş.
- “Hoca efendi, şu sivri yüksek minareleri acaba nasıl yaparlar ?”

      Hoca hafifçe gülümsemiş:
      - “Kuyuların içini dışına çevirirler, olur biter !”

      Adam :
      - “ Nasıl çevirirler” diye sorunca ;

        Hoca şöyle cevap vermiş :
      - “ Ben imamım, mimarların işine karışamam.”        

Görün bendeki feryadı

        Nasreddin Hoca eşeğini yitirmiş. Birkaç kişiyle beraber eşeği aramağa çıkmışlar. Bu adamlar İslâm dışı yaşayıp, ihtiyarlayınca ibadetlerimizi yaparız, diyenlerdenmişler.

      Hoca bir yandan eşeğini arar, bir yandan da neşeli neşeli türkü söylermiş.

      - “Bu ne iş Hoca” demişler, “eşeğini yitiren adam neşeli türküler söyleyerek mi arar ?”

      - “Sizin ihtiyarlıktaki umudunuz gibi benim de son umdum şu dağın ardında” demiş Hoca, “orada da bulamazsam, görün bendeki feryadı !”

Ay da yerini buldu

        Nasreddin Hoca akşam üzeri, su çekmek için kuyunun başına varmış. Kuyuya kovasını sarkıtmış.
      O sırada küçük bir çocuk koşarak gelmiş. Su içmek istemiş.

      Hoca kovayı daldırırken, çocuk da kuyuya bakıyormuş. Birden çocuk ay kuyuya düştü diye bağırmağa başlamış.

      Kovanın çengeli her nasılsa kuyuda bir yere takılmış, çıkmıyor. Çocuk da Hoca’yla beraber ipe asılırken, çengel aniden kurtulmuş, beraberce sırt üstü yere düşmüşler.

     Hoca yattıkları yerden çocuğa gökteki Ay'ı göstererek;
      - “Şükürler olsun” demiş, “çok uğraştık ama, bak sonunda Ay da yerini buldu.”

Tarihi çağlardan kalma bir ahır dolusu öküz buldum.

      Nasreddin Hoca'yı bir köyde imamlık yapmak üzere, iki öküz bedel karşılığında razı etmişler.
       “Bize vakit namazlarını, teravihleri kıldır. Vaaz et” demişler. Hoca kabul etmiş.
      Ramazan ayı boyunca teravihlerden evvel dersler vermiş. Vaazlar vermiş. Sohbetler etmiş. Cemaate bir şeyler verebilmek için çırpınmış durmuş. Kurban bayramı namazını kıldırmış. Kendi köyüne dönmek üzere cemaatle vedalaşırken, onların hallerine dikkatle bakmış. Görmüş ki “eski tas, eski hamam”. İlerleme nerdeyse hiç yok. Hatta pazarlıklarındaki iki öküz yerine Hoca'ya sadece bir öküz vermişler.

       Hoca evine dönmüş. Ahırda yeni öküzünü bağlıyacak yeri hazırlıyorken, bir komşusu Hoca'ya hoş geldine gelmiş.
      - “Hoş geldin Hocam. Oralarda neler yaptın, öküzü nerden buldun” deyince;

      - “Orası bir hazine. Orada eski zamanlardan, tarihi çağlardan kalma koca bir ahır dolusu öküz buldum” demiş Hoca.

Hayalimin kokusunu da alıyorlar

Nasreddin Hoca'nın canı bol naneli, yoğurtlu çorba istemiş. Şimdi sofraya gelse de kaşıklasam diye düşünürken kapı çalınmış.
Komşunun çocuğu elinde kâseyle gelip :
- “Babamın selâmı var. Sizden biraz nâneli, yoğurtlu çorba istedi” demiş.

      Hoca gülümseyerek:
      - “Amma iş!” demiş. “Bizim komşular hayalimin de kokusunu alıyorlar!”       

Kül pidesi ikram etseydiniz

      Nasreddin Hoca konuk olduğu evde gece yatısına kalmış. Ev sahibi, bir şerbet sunduktan biraz da sohbet ettikten sonra bir odada hazırlanan yün yer yatağını göstermiş. Karnı aç olan Hoca;
      - “Sağ olun , amma biz böyle mükemmel yataklarda yatmaya alışmasaydık. Bunun yerine bir kül pidesi verseydiniz, yarısını yatak yapıp yatsam, yarısını da üstüme örtüp mışıl mışıl uyusaydım” demiş.        

Üç yüz değnek vurun

Kolluk kuvvetleri sarhoş bir askeri Hükümdar’ın huzuruna getirip sormuşlar;
- “Bu sarhoş askere ceza olarak ne emredersiniz?”

      Hükümdar kükremiş,
      - “Üç yüz değnek vurun !”

      Hükümdarı ziyaret etmekte olan Nasreddin Hoca, cezayı duyunca kahkahalarla gülmeye başlamış.
   
- “Ne gülüyorsun” diye bağırmış hükümdar.

     - “Hünkârım, ya siz sayı saymasını bilmiyorsunuz, ya da hiç sopa yememişsiniz!” demiş Hoca.    

Bana ne - Sana ne

Nasreddin Hoca çarşıda dolaşırken gevezenin biri:
- “Efendi, az önce nar gibi kızarmış bir tepsi baklava götürdüler,” demiş.

      Hoca aldırış etmeksizin ;
      - “Bana ne ?” demiş.

      - “Amma, baklava tepsisini sizin eve götürdüler” demiş geveze.
      Hoca terslemiş adamı;     
- “Sana ne ?”

İnşaallah ben geldim

Bir akşam Nasreddin Hoca, karısına
- “Hâtun, sağ salim yarına çıkarsam, hava yağmurlu olursa oduna, açık olursa çift sürmeğe gideceğim” demiş.

      - “ İnşaallah de efendi” demiş karısı.

      - “ Aman karıcığım, ya o olacak, ya öteki” demiş Hoca.

      Ertesi gün hava yağmurlu olmuş. Hoca da ormana gitmek üzere eşeğiyle ormanın yolunu tutmuş. Yolda kasabaya doktora gitmekte olan bir komşusuna rastlamış. Bir süre beraber yürümüşler. Adamın sancısı artmış, yürüyemez olmuş. Hoca hastayı eşeğine bindirmiş, kasabaya doktora götürmüş. Köyüne dönene kadar gece yarısı olmuş. Kapıyı çaldığında karısı,“Kim O” diye seslenince;
      - “Aç hanım, aç ! ... inşaallah ben geldim” demiş. 

Kazma kılıfı

Köylülerden biri Konya'da ayakkabıcılar çarşısına gitmiş. Vitrinlere bakınırken çizmeler dikkatini çekmiş. Hayatında ilk defa gördüğü bu çizmeleri beğenmiş. Bir çizme alıp ayağına giymiş, köyüne gelmiş. Ayağındaki çizmeleri gösterip Nasreddin Hoca'ya sormuş;
- “Bu nedir ?”

      - “Ne var bunu bilmeyecek” demiş Hoca, “Kazma kılıfıdır.”    

   Yakamı zor kurtardım

Nasreddin Hoca'ya sormuşlar;
- “Hiç, bir hatuna aşık oldun mu?”

      - “Vallahi, bir kere tam aşık oluyordum, sebebin sahibini hatırlayıp yakamı zor kurtardım” demiş.       

İnsanların dünya serüveni

Nasreddin Hocaya sormuşlar;
- “İnsanlar ne zamana kadar böyle doğup yaşayıp ölecekler ?”

      - “Cennetle cehennem doluncaya kadar” diye cevap vermiş Hoca.

         Öğüt: İnsanoğluna cennete veya cehenneme gitmesi hususunda tam bir özgürlük verilmiştir. *Her ikisi de akıl sahipleriyle doldurulacak!... *Deliler cehennemden muaftır.

  Damdan düşen halden anlar

Nasreddin Hoca evinin damında biriken diz boyu karları sabah namazı sonrası kürümeye başlamış. Bir ara dengesini kaybederek damdan düşüp bayılmış.

      Komşuları koşuşmuşlar.
      Birisi: “Çabuk bir doktor çağıralım .”

      Diğeri: “Aman bir kırıkçı bulalım.”

      Öbürü: “Sırtlanıp doktora götürelim” derken, kargaşada ayılan Hoca, acıyan belini tutarak;
      - “Bırakın münakaşayı. Çabuk bana daha evvel damdan düşmüş birini bulun” demiş.

Tutunup çıkma diye

Nasreddin Hoca bir sabah çok erken, damındaki karları kürüyormuş. Çişi gelmiş, bakmış etrafta kimsecikler yok. Bir köşeye dizini koyup, damdan aşağıya koyuvermiş. Uzaktan birinin yola çıktığını görünce de hemen toparlanmış. Sevmediği, sırnaşık bir adammış yoldan geçen.

      Adam Hocaya seslenmiş:
      - “Niye yarıda kestin Hoca ?”

      Hoca:
      - “Yaa, Kesmeyeyim de tutuna tutuna dama, yanıma çık, öyle mi ?” demiş.  

  Cimri Subaşı'ya tazı köpeği

Nasreddin Hoca cimri Subaşı'yı hiç sevmezmiş. Bir gün Subaşı Hoca'ya tazı ısmarlamış.
- “Hoca efendi, senin tanıdığın çoktur. Bana bir tazı bul. Tavşan kulaklı, karınca belli olsun.”
Bir kaç gün sonra Hoca, tombul bir sokak köpeğinin boynuna ip takıp Subaşı'ya götürmüş.

      Subaşı kızmış :
      - “Hoca efendi, ben senden ince belli tazı istedim, sen kocaman tombul bir sokak köpeği getirdin!” demiş.

      - “Merak buyurmayın” demiş Hoca. “Nasıl olsa sizin yanınızda bir aya varmadan tazıya döner.”  

Hırsızın hiç mi kabahati yoktu ?

Nasreddin Hoca'nın eşeği çalınmış. Bir teselli beklediği dostları kabahati hep Hoca'da bulmuşlar.
- “Ahırın kapısını kilitleseydin ya!...”
- “Hiç tıkırtı da mı duymadın?”
- “Eşeği sıkıca bağlamamışsındır...”

      Hoca bunları dinlemiş dinlemiş, sonunda dayanamayıp;
      - “Eee, bütün kabahati bende buldunuz. Biraz da insaf edin, hırsızın hiç mi kabahati yoktu !..” demiş.         

Ceviz ağacında kabak yetişseydi

Bir yaz günü Nasreddin Hoca biraz serinlemek için ceviz ağacının gölgesine oturmuş. Biraz ilerdeki kocaman helvacı kabakları gözüne ilişince, kendi kendine:

      - “Şu Allah'ın işine bak, otun üstünde koskoca kabak yetişiyor, şu dalları yere göğe uzanmış, bir evleklik yer tutan ceviz ağacının meyveleri ufa-cık!..” diye düşünürken, tam o sırada başına bir ceviz düşmüş.

      - “Ah başım!” diyerek yerinden fırlamış Hoca, “Tövbe ya Rabbim, bir daha senin işine asla karışmam! Ya ağaçta ceviz yerine kabak yetişseydi...” demiş.

Kadı efendiye Hoca'nın rüşveti

Nasreddin Hoca'nın Konya kadısından bir mahkeme kararı alması gerekmiş. Ancak Kadı her gidişinde “bir kaç gün sonra gel” diye Hoca'yı atlatıyormuş.

      - “Kadı, yiyici bir adamdır, rüşvet vermezsen iş gördüremezsin” diye dostları Hoca'yı uyarmışlar.

      Hoca bir çömlek bal götürmüş ve hemen o gün istediği kararı elde etmiş.

      Kadı o akşam balın tadına bakmak istemiş, ama bir de ne görsün, çömleğin üstünde iki parmak bal var, dibi tezek dolu...
      Ertesi sabah mahkeme kollukçusuna:
      - “Nasreddin Hoca'yı bul bana getir. Kararda bazı bozukluklar olduğunu söylersin.” diye emretmiş.

      Hoca, mahkemede Kadı'nın önüne getirilmiş.
      Kadı kükremiş:
       - “Sen akşam yemeğinde bana bok mu yedirecektin ?”

      - “Yoookk!... akşam yemeğinde değil” demiş Hoca. “ Sen o boku, kararı vermek için çömleği alırken yedin!...”

İşte Nasreddin böyle atar

Kasabanın eşrafı ok atmaya giderken Nasreddin Hoca'yı da yanlarına almışlar. Sırasıyla herkes hedefe ok atmış. Kimi isabet ettirmiş, kimi ettirememiş. Sıra Hoca'ya gelince
- “Haydi Hoca seni de görelim” demişler.

Hoca fırlatmış, ok hedefin çok uzağına düşmüş.
- “İşte” demiş Hoca, “Sekban başı böyle atar.”
İkinci ok da hedefi vurmamış.

      Hoca bu kez de:
      - “Bizim Subaşı da böyle atar” demiş.

      Üçüncü ok hedefe tam isabet edince göğsünü kabartıp arkadaşlarına dönüp eklemiş:
    -“ İşte Nasreddin de böyle atar.”

Erkek olan sözünde durur

Hoca'ya yaşını sormuşlar, “kırk yaşındayım” demiş. Aradan birkaç yıl geçmiş. Yine yaşı sorulunca “kırk yaşındayım” demiş.

      - “Nasıl olur Hoca efendi” demişler, “yıllar önce sorduğumuzda da kırk demiştin”

      Hoca gülümseyerek:
      - “Erkek olan sözünde durur!...” demiş.

Evini tarlaya taşı

Birisi, Hoca'ya
- “Evim hiç güneş görmüyor” diye yakınmış.

      - “Tarlan görüyor mu?” demiş Hoca.

      - “Evet” cevabını alınca:
      - “Öyleyse” demiş, “Allah’ın güneşinden sakınma, evini tarlaya taşı.” 

Papazlarla hesap üstüne

Dünyayı dolaşan üç bilgin papaz Akşehir'e de uğramışlar. Hocanın ününü duyunca kendisiyle tanışmak istemişler. Akşehir ileri gelenlerinin de katıldığı toplantıda Hoca, papazlarla tanıştırılmış. Yenilip içildikten, dereden tepeden konuşulduktan sonra, Papazlardan biri Hoca'ya sormuş:
- “Hoca Efendi, dünyanın ortası neresidir?”

      Hoca otlayan eşeğini göstererek:
      - “Eşeğimin şu anda sağ ön ayağının bastığı yerdir.”

      - “ Nereden belli ?” demiş papaz.

      - “İnanmıyorsanız ölçün !...” demiş Hoca.

      İkinci papaz:
      - “Peki Hoca efendi, gökte kaç yıldız vardır?” diye sormuş.

      - “Gökte eşeğimin tüylerinin sayısı kadar yıldız vardır?” demiş Hoca.

      - “Nasıl kanıtlarsınız ?” demişler.

      - “ İnanmıyorsanız sayın” demiş Hoca.

      Üçüncü papaz da :
      - “Benim sakalımda kaç kıl var?” diye sorunca;

      - “Eşeğimin kuyruğundaki tüyler kadar” diye cevap vermiş Hoca.

      - “Nereden bildin” dediklerinde, Nasreddin Hoca sesini yükseltip ciddileşerek;

      - “Ölçün dedim ölçmediniz. Sayın dedim saymadınız. Bir kıl bile fazla değil. Siz ise inanmıyorsunuz. Bunu doğrulayalım. Bir kıl eşeğin kuyruğundan bir kıl da papazın sakalından çekelim. Böylece yanılmadan eşitliği görürüz” deyince papazlar tartışmayı bırakıp gitmişler.

Hepsini sen yesene

Nasreddin Hoca, < zengin, obur ve aç gözlü, > bir Akşehirli ile beraber Konya'ya gidiyormuş. Yolda acıktıkça yanlarındaki azıklarını çıkarıp yemeğe oturuyorlarmış. Hoca daha bir iki lokma yemeden, adam azığın hepsini mîdesine indiriyormuş. Adam yolda sürekli kazanmaktan, yemekten, içmekten bahsediyormuş.

Derken Konya'ya gelmişler. Ekmeklerini yeni pişirmiş, bir yandan fırından çıkaran, bir yandan da mis gibi kokan ekmekleri vitrinine dizen bir fırıncının önüne gelmişler. Birlikte fırıncı dükkanına girmişler.
       Hoca, Fırıncıya ;
      - “Bu ekmekler senin mi?” diye sormuş.

      Fırıncı afallayıp, şaşkın şaşkın bakarak;
      - “Evet benim” deyince Hoca cevabı yapıştırmış:

      - “Bu kadar misk gibi kokan, kızarmış sıcak ekmeğin var da ne duruyorsun, hepsini sen yesene !...”

Dünyada uyananların hâli

Nasreddin Hoca’ya rüyasında 999 altın vermişler. Hoca ;
- “Şunu bin altın liraya tamamlayın da alayım, yoksa almıyorum” derken uyanıvermiş. Bakmış, altıncıklar da, onları verenler de ortalarda yok.
- “Bu ne iş Ya Rabbi !” demiş. “Ahirette uyanan her şeyini önünde hazır bulacakken, Dünyada uyanan malının hepsini kaybediyor.” 

Pınar başında uyumuştum

        Nasreddin Hoca, Akşehir'den Konya'ya giderken yolunun üstündeki köyde bir köylüye konuk olmuş. Yatma zamanı gelince adam;
      - “Hoca efendi, uykusuz mu yoksa susuz musun?” diye sormuş.

      Adamın yemekten söz etmediğini gören Hoca hiç bozuntuya vermeden;
      - “Buraya gelirken pınar başında bir güzel uyumuştum” demiş.

Yıldız yaparlar

Aklı sıra Nasreddin Hoca'yla eğlenmek isteyen biri Hoca'ya sormuş.
- “Yeni ay girince eski ay'ı ne yaparlar ?”

      Nasreddin Hoca cevabı yapıştırmış ;
      - “Kırpıp, kırpıp yıldız yaparlar” demiş.  

Devenin kanadı olsaydı

Bir gün Nasreddin Hoca caminin kürsüsünde vaaz ederken ;
- “Ey cemaat, şükredin ki Allah develerinize kanat vermedi” demiş.

      Cemaat duraklamış, develerimizin kanatları olsa ne güzel uçardık, ne hızlı giderdik, acaba Hocamız ne demek istiyor” diye düşünürlerken cemaatten biri:
      - “İyi olmaz mıydı Hocam ?” diye sorunca;

      - “Kanatları olsa develeriniz damlarınıza konarlardı, damlarınız da başlarınıza yıkılırdı” demiş Hoca.

   Ramazanda buzlu hoşaf

Sıcak bir yaz günü Nasreddin Hoca'yı iftara çağırmışlar. Ortaya önce bir tencere soğuk hoşaf gelmiş. Muzip ev sahibi eline bir kepçe almış, misafirlere ise birer tatlı kaşığı vermiş.

      Ev sahibi kepçeyle her hoşaf içişinde :
      - “Oohhh , öldüüümm” diyormuş.

      Hoca ile öteki davetliler ellerindeki küçücük tatlı kaşıklarıyla hoşafı içmeye çalışıyorlar, ama ne hoşafın tadını alıyorlar, ne de susuzluklarını giderebiliyorlarmış. Ortadaki hoşaf tenceresi de bitmek üzere:

      Hoca dayanamayıp ev sahibine seslenmiş;
      - “Efendi” demiş. “Senin devamlı ölüp ölüp dirilmen bizleri çok üzüyor. Şu kepçeyi ver de senin yerine biraz da biz ölelim!...”

Aklın var sa göle kaç

Nasreddin Hoca ormandan çalıçırpı toplayıp eşeğine yüklemiş. Arkadaşları ile buluşacağı yere gitmiş. Odundan dönen köylülerle buluşup, beraberce yola koyulmuşlar. Konuşuyorlarken biraz şakalı, biraz ciddi, Hoca’ya sorular da soruyorlarmış.

Birisi Hoca'ya:
      - “Biz cehenneme girmez, kaçar kurtuluruz. Ateşten kaçar suya gireriz. Hem sen nasıl olsa mezara koyunca telkin veriyorsun, senin dediğini der yakamızı kutrarırız” derlermiş.

      Hoca bakmış ki anlattıklarından gereği gibi ders almıyorlar. Kendi eşeğinin sırtındaki çalılara bir kibrit çakmış. Eşeğinin kulağına da “aklın varsa göle kaç” diye söylemiş.

      Alevler yükselince köylüler heyecanla ;
      - “Aman ne yaptın Hocam, hayvan canlı canlı, cayır cayır yanacak” demişler.

      Hoca gayet sakin ;
      - “Hiç merak etmeyin, eşeğin kulağına telkinini verdim!...” demiş.  
 

Onun her işi terstir

Nasreddin Hoca'nın bütün gayretlerine rağmen kötü huylarından vazgeçiremediği bir yakını varmış. Namazdan sonra camiden çıkmakta olan cemaate doğru bir çocuk koşarak gelmiş ve o adamın suya düştüğünü haber vermiş.

      - “Falanca kişi ırmak kenarında gezerken ırmağa düştü. Azgın sularla boğuşuyor” demiş.

      Hoca birkaç arkadaşıyla birlikte koşarak ırmak kenarına gelmiş ve suyun geldiği tarafa doğru ilerlemeye başlamış.

      Köylüler:
      - “Su öbür yana doğru akıyor Hocam” demişler. “Aşağıda aramak gerekmez mi?”

      Hoca başını sallamış;
      - “Bu adamın ne aksi, ne ters biri olduğunu siz bilmezsiniz. Onun her işi terstir” demiş. 

İnanmazsanız yıldızları sayın

Nasreddin Hoca Konya'da vaaz ediyormuş.
-“Ey Müslümanlar! bu şehrin havasıyla bizim şehrin havası birdir” diye söze başlamış.

      Cemaattekilerden biri sormuş:
      - “Nereden biliyorsun?”

      - “Akşehir’de ne kadar yıldız varsa, burada da o kadar var. İnanmazsanız sayın!..” demiş Hoca.

Kurdun keyfini bozma

Hoca, bir kış günü ormanda odun kesiyormuş. Odun kesmeye iyice dalmış. Bir aç kurt sessizce saldırıp, Nasreddin Hoca’nın yokuşun altında bıraktığı eşeğini yemiş, yokuş yukarı kaçmağa başlamış.

      Birisi uzaktan durumu görüp seslenmiş:
      - “Hoca yetiş! Kurt eşeğini yedi, kaçıyor!”

      Hoca bir eşeğin kemikleri çıkmış ölüsüne, bir de yokuş yukarı kaçmakta olan kurda baktıktan sonra:
      - “Boşuna yorulma efendi” demiş. “Olan oldu! Hiç olmazsa tok karnına yokuş yukarı kaçmaya çalışan kurdun keyfini bozma!”

İmamı Topal Timur ise

Hoca bir gün Timur Han'ın adamlarından birine sorar:
- “Kimin mezhebindensin ?”

      Adam elini göğsüne götürüp kuvvetli bir sesle;
      - “Emir Timur'unnn” demiş.

      Orada bulunanlardan biri seslenmiş:
      - “Hoca efendi, bir de peygamberini sor bakalım!”

      Hoca:
       - “İmamı Topal Timur olursa, başka bir şey sormaya gerek yok” demiş.

Testi kırıldıktan sonra

      Nasreddin Hoca oğlunu çeşmeye gönderiyormuş. Testiyi eline verdikten sonra yüzüne okkalı bir tokat aşketmiş, ardından da:
      - “Sakın testiyi kırma” diye seslenmiş.

      Bu durumu görenler :
      - “Ne yapıyorsun Hoca efendi” demişler, “çocuk testiyi kırmış değil ki... Hiç suçu olmayan çocuğu ne diye dövüyorsun ?”

      - “Testi kırıldıktan sonra dayak neye yarar!” demiş Hoca.

  Ay alıp sattığım yok

       Nasreddin Hoca Konya'da akşam namazından çıkmış, yatsıya kadar biraz çarşıda gezinmek istemiş. Tanımadığı kellifelli bir adam gökteki yusyuvarlak aya bakıyormuş.

      Hoca yaklaşınca, adam seslenmiş:
      - “Efendi” demiş, “Bugün ay kaç?”

      - “Bilmem ki evlâdım” demiş Hoca, “Bu günlerde ay alıp sattığım yok.”   

Körüğün havası

     Nasreddin Hoca körüğü ile ateş yakar, içine böcek, fare vs. girmesin diye kullandıktan sonra körüğün ağzını tıkayıp duvara asarmış.

      - “Körüğün ağzını ne için tıkıyorsun Hoca?” diye sormuşlar.

      - “Yaa!, tıkamayayım da içindeki onca hava boşa mı gitsin” demiş Hoca, “ben savurganlıktan hoşlanmam!”

  Tatlısız, böreksiz yer  

      Nasreddin Hoca öğlen namazını kıldırıp evine gelmiş. Öbür camiden gelen bir cenaze alayı sokakta belirmiş. Cenazenin arkasından giden akrabaları dövünüyorlarmış:
      - “Karanlık yerlere gidiyorsun! Gittiğin yerde ne ışık var, ne ateş!... Ne tatlı var, ne börek!...”
      Hoca, karısına :
      - “Hâtun, çabuk kalk kapıyı sürgüle! Bu cenaze mutlaka bizim eve geliyor!” demiş.

 
aMasYa
 
Kullanıcı adı:
Şifre:
 
 
Bugün 55156 ziyaretçikişi burdaydı!
BU SİTEYİ KURAN,YÖNETEN VE GÜNCELLEYEN By_SehZaDe=MUSTAFA MİKAİL CÜCE mmikail05@hotmail.com Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol