Ermeni Cemaati Temsilcilerinin Beyanları
7 Ekim 2000 tarihli Sözde Ermeni Yasa Tasarısı hakkındaki görüşlere yer veren Ceviz Kabuğu adlı TV programında Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan'ın konuşması;
“Soykırım ve Tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi? Tehcir meselesinde Almanya'nın İstanbul'a baskısı vardı. Burada Almanya'nın yerleşik düzenini sarsmak ve Bağdat demiryolu mevzusunda ekonomik menfaatlerini sağlama almak amacı vardı. Atatürk'ün sağlığında Ermeni meselesi niye gündeme gelmedi. Çünkü, ulusal ruh vardı, tek yumruk vardı. Bugün bence devlet sisteminde bir laçkalık vardır. Asimilasyon konusunda ise şunu söyleyebilirim; bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza eden ülke: Türkiye'dir. Yurtdışındaki Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü, oralarda bir kültür ağırlığıyla o insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar. Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun.biz onun için Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün emanet ettiği Kuvayi Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar."
Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan
2. Mesrob'un CNNTÜRK Televizyonunda katıldığı SORU-CEVAP programından bir bölüm. [Ekim 2000]
Soru: HENİKA KİREMİTÇİ (izleyici)
Ben Türkiye'de yaşayan Ermeni'ler yani azınlık olarak ne olacağız yani biz burda tedirgin oluyoruz.
Cevap: MESROB II
Gerçektende ben de nabızını yoklarken bizim İstanbul'da yaşayan kilise
üyelerimizin bir tedirginlik sezinliyorum ama buradan izin verirseniz Türkiye'de yaşayan bütün hem Ermenilere hem kilisemin üyelerine şunu söylemek istiyorum; tedirgin olmanıza hiçbir sebep yok.
Lütfen Türkiye'de yaşayan bütün vatandaşlarımızın ve özellikle devletimizin sağduyusuna güveniniz ve hiç bir eziklik altında da kendinizi hissetmeyiniz. Çünkü sizin bu tasarılar ve bu gibi eylemlerle uzaktan yakından hiçbir ilginiz yok.
Lraper - Patrik 2. Mesrob Hazretleri, 22 Ağustos sabahı Kınalıada Surp Krikor Lusavoric Kilisesi'ndeki törenlere riaset etti ve Hayr Sahak Apega'nın sunduğu Surp Badarak ayininde özetle şu vaazı konuştu.
Patrik 2. Mesrob Hazretleri, 22 Ağustos sabahi Kınalıada Surp Krikor
Lusavoric Kilisesi'ndeki törenlere riaset etti ve Hayr Sahak Apega'nın
sunduğu Surp Badarak ayininde özetle şu vaazı konuştu.
VAAZIN BİRİNCİ KISMI
Yerusagem'de Siloam adında kutsal sayılan bir havuz vardı. Rab Hisus'un
zamanında, şehirliler bazen havuzun suyunun birdenbire dalgalandığını
söylerlerdi. Bu dalgalanma esnasında kendini toparlayıp hemen suya
atanların hastalıklarına şifa bulacaklarına inanırlardı. Yüzlerce hasta
havuz kenarında imanla nöbet tutar ve dua okurdu. Bir defasında havuz
kenarındaki büyük sütunlardan biri devriliverdi. Havuzbaşındakilerden 18
kişi feci şekilde ezilerek can verdi. Bu olay Luka İncili'nin 13.
bölümünde kayıtlıdır
Rab Hisus şakirtlerine bu felaketi hatırlatarak, 18 kurbanın cemaatin
diğer üyelerinden daha günahkar olup olmadiğini sordu. Sonra da, yanıt
alamayınca, "Hayır!" dedi. Çünkü insanlar yalnız kendi hataları ya da
günahları sonucunda değil, birçok başka nedenlerden ötürü yaşamlarını
yitirebilirler. Asıl mesele şu: Doğal afet ya da başka nedenlerle olsun,
insan her zaman o ölümle yaşam arasındaki kritik ana hazırlıklı olmalı,
elinden geldiğince hazırlıksız yakalanmamalıdır. Ruhani hayatta
karşılaşabileceğimiz en büyük felakete gelince, o da Tanrı'nın
krallığından mahrum kalma olasılığıdır. Tanrı'nın yakınlığını ve babalık
şefkatini hissetmek istiyorsak , tövbe ederek Tanrı ile barışmamız
gerekiyor. Bu da, gerek Vaftizci Yahya'nın (Surp Hovhannes Migirdic),
gerek Rab Hisus'un İncil'deki vaazlarının odak noktasını oluşturuyor:
"Tövbe edin, çünkü Tanrı'nın Krallığı yakındır."
Altı gündür merkezi İzmit olan feci depremin etkisi altındayız. Maddi ve
manevi değerler yanında, ve onlardan önce, belki de yirmi bini aşkın can
kaybının verdiği ıstırap dayanılacak gibi değil. Halbuki bu depremin
olacağı biliniyordu. İnsanlık tabiatı işte, o an gelene kadar tedbir
almakta ne kadar gecikildiğini anlamak istemiyoruz sanki. Bu kadar can
kaybına neden olan hırsız müteahhitlerin, tabi yapanları kastediyorum,
acaba vicdanları sızlıyor mu? Ya, ağır çekimli film misali yavaş
harekete geçen yöneticiler? Öte yandan, sadece para değil, kanını
gönderen Yunan halkını, vatandaşına ve insanına başka bir ülkede bile
değer veren İsrail yetkililerini ibretle takdir etmemek mümkün müdür?
Dindarlıktan önce insanlık gelir. İnsanı sevmeyen, ruh olan ve gözle
görünmeyen Tanrı'yı sevemez, der Surp Hagop. Bu gibi doğal afetlerde,
din, dil, ırk farkı gözetenler zavallı sefillerdir. Rab Hisus'un, İyi
Samiriyeli meselinde öğrettiği gibi, farklı din ve etnik gruplardan
olsalar bile, insanlar Göklerdeki Baba'nın evlatları ve birbirinin
kardeşleridir. İnsan, komşusuna ve kardeşine karşılıksız yardımda
bulunabilme erdemini gösterebilmelidir. Marmara depreminde ölenler,
geride kalan, kurtulabilen acılı insanlar, evleri barkları kullanılamaz
durumda olanlar bizim Rab'deki kardeşlerimizdir. Her imanlı elinden
gelen yardımı, kendi kararınca, yapmalıdır. Bu acıya seyirci kalmak ayıp
ve günahtır.
Bugünlerde güz yağmurları başladığında sokaklarda yatıp kalkan
onbinlerce depremzedeler bir de hastalanmaya başlayacaklar.
Yuvalarımızın güvenliğinde yaşarken, üç öğün yemeklerimizi yerken
felaketzede kardeşlerimizi de düşünmeli, Rab'bin bizlere verdiği
nimetlerden onlara da pay çıkarmalıyız. Bu, ilk görevimizdir.
İkinci görevimiz, cemaatimize ait olan okulların, kiliselerin ve
Patrikhanemiz'in binalarındaki hasarları en kısa zamanda el ele vererek
onarmalı,güçlendirmeli ve yöremizdeki olası herhangi yeni bir sarsıntıya
karşı bu emanetlerin mukavemet güçlerini artırmalıyız.
Ancak bunları yaparken en önemli noktayı gözardı etmemeliyiz. O da
şudur: bu deprem kendimizi sorgulamamıza , tövbemizi yenilememize,
sosyal, idari ve manevi anlamda yeniden yapılanmamıza muhakkak vesile
olmalıdır.
VAAZIN İKİNCİ KISMI
Yeni öğrenim dönemi yaklaşırken, sözümün ikinci kısmında önemli bir
konuya değinmek istiyorum. Ruhani ve kültürel hayatımız büyük bir
yıpranmaya girmiş bulunuyor. Bunun yegane sebebi snobizm ve gösteriş
meraklılığıdır. Cemaat okullarından uzaklaşma ve özellikle
yeni zenginlerin kendi çocuklarını yenibitme okullara büyük masraflarla
kaydetme yarışına akıl ve mantık sığdırmak mümkün değil. Kendi
kendilerini haklı çıkarmak için de cemaat okullarımızın kalitesi
hakkında yalan yanlış hurafeler yayıyorlar. Cemaatimiz ilköğrenim
okullarından bu yıl tam 8 talebe Robert Kolej'in imtihanlarında gayet
yüksek puanlar elde ederek başarı kazandılar. Liselerimizden de
üniversiteye giriş oranı gayet yüksek; liselerimiz, yurdumuzdaki
binlerce ortaöğrenim okulları başarı sıralamasında ilk 150'ye giriyor.
Okullarımızın başarı oranının göstergesi değil mi bunlar? Okullarımıza
ikiyüz milyonu çok gören ve evladını en az iki-üç milyarlık yenibitme
okullara gönderenler evlatlarına en büyük kötülüğü yapıyorlar. Onları
kendi kültürlerinden, dillerinden ve manevi zenginliklerinden mahrum
bırakıyorlar. Yarın öbür gün yetişip erdikleri zaman, evlatları kendi
ana-babalarını emin olunuz ki suçlayacaklar. Otomobillerin markası
vardır. Komşumun şu marka arabası var, bizimki de ondan olsun diyebilir
birisi, arabaların alternatifleri çok; ancak bizim cemaat okullarımızın
alternatifi yok. Bizim okullarımızda çocuklarımız hem bilinçli Türkiye
vatandaşları olarak yetişiyor, hem de Ermeni dili ve edebiyatına,
Hristiyanlık dininin temel ilkelerine vakıf oluyorlar. Okullarımızda
aksaklıklar yok değil. Peki, öteki okullar mükemmel mi? Tabi ki,
değiller. Öyleyse boş ve kaprisli tenkitleri bir yana bırakarak,
sorunları gidermek için yönetimlerde, okul komisyonlarında ve okul-aile
birliklerinde aktif görev almak gerekir. İyi olmayan, kendini
yenileyemeyen yöneticiler demokratik katılımla görevden alınır, daha
iyileri göreve getirilir. Bu da cemaatin etkin ve uyanık katılımıyla
olur. Okullarımıza yabancı kalmanın direkt sonuçlarından biri aile
düzenimizin bozulmasıdır. Hemen hemen boşanma yokken, cemaatimizdeki
boşanma oranı son onyılda hızla yükseliyor. Kutsal bisagi olmayan
evlilikler ve nikahsız yaşayanlar yüzde 60 oranını neredeyse geçmek
üzere. Hayırseverlerimiz var ki, hem maddi destek yapıyor hem de
cemaatin bu yaraları ile yakinen ilgileniyor ve bir çıkış yolu
arıyorlar. Bir de ağalik taslayanlar var ki, ne maddi yardımda
bulunurlar, ne de bu sorunlara ilgi gösterirler; ama baş masalarda
oturmaz ya da resimlerde görünmezlerse kıyameti koparırlar. Peki, bu
sorunlarla toplumun önde gelenleri, aydınları ve hayırseverleri
ilgilenmezse kim ilgilenecek? Benim ruhani ve manevi yetkim dışında bir
gücüm yok. Patriğiniz olarak şu kadarını söylüyorum: evladını kendi
cemaatinden, kendi dininden, kendi okulundan uzaklaştıran her kişinin ve
her ailenin üzerinden takdisimi geri alırım! Vay Resuli Kilise'nin ve
kilise büyüklerinin takdisinden mahrum kalanların haline! Ne mutlu bu
büyük ailenin sevgi bağı ve birliği içinde bulunabilenlere!
Ne mutlu atalarımızın örf ve adetleriyle donanmış olan inayetli ve
kadasetli kilisemizin vasıtasıyla ebediyet suyunun öz kaynağından
içebilenlere! Kısacası şunu söylemek istiyorum: Yeni okul döneminin
başlamasına birkaç hafta kaldı. Okullarımıza sahip çıkın, onlara destek
olun, çocuklarınızı kendi okullarınızdan uzaklaştırmayın, okullarımızı
ve sevgili öğretmenlerimizi yüreklendirin, okullarınıza ve
kiliselerinize güvenin, bir-iki yıldır başka yerlerde okuyorlarsa bile,
çocuklarınızı kendi eğitim yuvalarına döndürün!
MILLIYET-Geçmis ve gelecekte kader birligi
sors: Milliyet- 22 Mayıs, 1999
Geçmiş ve gelecekte kader birliği
Nüfusu yaklaşık 80 bini bulan Türkiye Ermenileri, kendileri için
özel anlamlar taşıyan bir yıldönümünü kutluyor bugün.
Osmanlı'nın 700. kuruluş yılında, imparatorluğun en eski kurumu
sayılan İstanbul Ermeni Patrikhanesi 538. doğum gününü çeşitli
törenlerle "idrak ediyor". Patrikhane, Fatih'in emriyle, 1461
yılında İstanbul'da faaliyete başlayan ilk Osmanlı kurumlarından
biri.
Anadolu'nun en eski topluluklarından olan Türkiye Ermenileri,
ağırlıklı olarak İstanbul'da yaşamakta bugün: 38 kilisenin
ibadete açık olduğu şehirde 65 bin Ermeni var. Anadolu'da da
irili ufaklı 12 topluluk bulunuyor. Ermeni dilini konuşanların
sayısı - karma evlilikler ve dönmeler dolayısıyla - 80 binin de
üzerinde.
" İnsan, iniş ve çıkışlarıyla uzun bir tarihin yükünü, geleceğe
dönük olarak da sorumluluğunu hissediyor".Bu sözler, Türkiye
Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob'a ait. Görevinde henüz bir
yılını doldurmayan genç Patrik, cemaatiyle hem TC'nin 75.
yılını, hem de Osmanlı'nın kuruluş yıldönümünü kutlamanın
gururunu yaşıyor. Temsil ettiği cemaat, gerçekten de, kaderini
paylaştığı Anadolu ve Trakya insanlarının büyük çoğunluğu gibi
derin acıların, coşkunun, trajedilerin, efsanelerin içinden
süzülerek gelmiş günümüze. Görevini "dinler arası diyalog ve
anlayiş" olarak özetleyen Patrik Hazretleri ile Osmanlı'yı,
yakın tarihi ve günümüzdeki "ahvali" konuştuk.
Yavuz Baydar
* Fatih dönemine kadar Konstantinopolis'teki Ermenilerin
bir Patriği olmamış. Neden?
* Konstantinopolis'teki Ermeni topluluğunun tarihi MS 4.
yüzyıla dayanır. Bir ara 6. yüzyılda sur içinde bir Ermeni
kilisesi olduğunu biliyoruz. Daha sonra Bizans Ortodoks mezhebi
dışındaki Hristiyanlara müsamaha göstermediği için Ermeniler
sur dışında kalan binalarda ibadet etmişler. Tüm Batı Anadolu,
Trakya ve hatta Lvov'a kadar Doğu Avrupa bölgelerindeki Ermeni
cemaatlerinin ruhani reisi ise Bursa'da imiş. Bizans'ta Batı
Ermenileri için bir patriğe gerek görülmemiş.
* İstanbul'un fethine kadar Anadolu'daki Ermeni
cemaatinin durumu nasılmış?
* Anadolu'daki Hristiyan Ermenilerin tarihi İsa Mesih'in
havarilerinden ikisinin, Aziz Tadeos ile Aziz Bartolomeos'un
doğu yörelerinde misyonerlik yapmalarıyla başlar. 301 yılında
Ermeni Krallığı Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etti. Bu
olayın 1700'ncü yıldönümünü 2001 yılında kutlayacağız. Böylece
301 yılında Ermeniler'in başpatrikliği sayılan Eçmiyadzin
Patrikliği kurulmuş oldu. 6. yüzyıldan itibaren Kudüs'te Rum
Kilisesi'nden ayrılan Ermeniler bir Ermeni Patrikliği oluşturdu.
10. yüzyılda Van'ın Aktamar Adası'ndaki Aktamar Patrikliği
üçüncüsüydü. Kozan'daki Kilikya Patrikliği ise 1441'de başladı.
Diğer tüm yörelerde Osmanlıca'da "marhasa" diye adlandırılan
Ermeni episkoposları ya da başepiskoposları vardı.
* Fatih'in İstanbul Ermeni cemaatine patriklik berati
vermesinin nedeni nedir?
* Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra şehrin iskanı için
Anadolu'nun muhtelif bölgelerinden Ermenileri İstanbul'a
getirdi. Onun Gennadios'u Rum Patriği olarak tanımasından sonra
Bursa Başepiskoposu Hovagim'i Ermeni Patriği olarak tanıması,
Hristiyan tebaa arasında bir denge kurma düşüncesine atfedilir.
İmparatorluk sınırları dahilinde Bizans Ortodoks doktrinini
kabul etmeyen büyük bir kitle olduğunu unutmamak gerek. Ayrıca,
devlete ödenecek vergilerin de Ermeni tebaadan toplanması
gerekiyordu. Fatih'in kararının bir nedeni de budur.
* Osmanlı döneminde Ermenileri genelde zenaatkar ve
tüccar olarak, sorunları geniş ölçekli yaşamayan bir topluluk
olarak görüyoruz. II. Mahmut döneminden itibaren saraya
yakınlaşıyorlar. Tanzimat'ı izleyen dönemde Nizamname - i Millet
- i Ermeniyan fermanı ile cemaat laik bir özerkliği
pekiştiriyor. Bu arada milletvekili ve bakanlar da çıkarıyor.
Ama bu arada Osmanlı topraklarında yaşanan çözülme giderek hız
kazanıyor. Bazı Ermeni siyasi partileri merkezi otoriteye
başkaldırıyor. Yaşanan acılı olaylar 1915'te doruk noktasına
geliyor. Siz halen devam etmekte olan bu tartışmalarla ilgili
olarak ne düşünüyorsunuz?
* Ben o dönemde Ermenilerin bağımsızlık arayışında
olduklarına inanmıyorum. Patrikhane ve cemaatin büyük bir
çoğunluğu Osmanlı'cıydı. Bir kısmı doğudaki yağmalama
olaylarından, yaşanan siyasi kargaşadan rahatsızlık duyuyor ve
güven ortamının sağlanmasını talep ediyordu. Çok küçük bir
kesim, sadece Tasnaklar, bağımsızlık peşindeydi.
O dönemin paniği içinde, yöneticiler, azınlık içindeki
küçücük bir azınlığın eğilimlerini bütün bir azınlığa maletme
yanlışını yaptılar. Sorun bence şuydu: Osmanlı'nın çöküşü
başlamış, birçok ülke bağımsızlığını ilan etmişti. Tabii bazı
Batılı güçler de bu kargaşada roller almıştı. Bu gibi
nedenlerle, Türk - Ermeni ilişkileri güvensizlik ortamına
sürüklendi. Böylece tehcir kanunu çıktı, bu da Ermenilerin
tarihine "büyük felaket" diye geçen olaylara sebebiyet verdi.
Ancak TC'nin kuruluşuna kadarki Türk - Ermeni ilişkilerinin bu
son dönemini bütün tarihi açıklamak için kullanmak çok yanlış.
Tarihe besinci yüzyıldan itibaren bakmak gerekir. İlk Ermeni
matbaasının İstanbul'da kurulduğunu, ilk Ermenice kitapların
burada basıldığını, ilk Ermeni tiyatrosunun bu dönemde
İstanbul'da kurulduğunu da görmek gerek. Benim için en önemlisi,
bu kadar çok farklı gruplardan, kültürlerden, dinlerden insanın
bir imparatorluk çatısı altında 600 yılın üzerinde birlikte
yaşamış olmasıdır. Bu bence kutlanması gereken birşey.
* Cumhuriyet'e geçiş kiliseniz açısından sancılı oldu mu?
* Oldu elbette. Birinci Dünya Savaşı olmuş, tehcir
yaşanmıştı. Bir yıkım tüm toplumu etkilemişti. Cumhuriyet'in ilk
bes yılında cemaat patriksiz kaldı. Muslu I. Mesrob'un 1927'de
Patrik seçilmesinin ardından normalleşme süreci başladı.
* Bugün kilisenizin ve cemaatinizin sorunları neler?
* Dini ve ruhani açıdan hiçbir sorunumuz yok. İstediğimiz
yerde ve saatte dini vecibelerimizi yerine getiriyoruz. En büyük
sorun, rahip ve papaz sıkıntısı. Bir ruhban okulu şart, ama biz
bunu YÖK kanalıyla üniversite sistemi içinde çözmek istiyoruz.
Cemaatin toplumsal sorunları var. 1936 Beyannamesi'nin
vakıflarımıza getirdiği bazı çağdışı kalmış, artık bugünün
şartlarına göre gözden geçirilmesi gereken tahditler var. Bir
camiye bir kişi nasıl hibe edebiliyorsa, bir kiliseye de hibede
bulunmalı. 1936'dan sonra vakıflara verilen mülk bağışları da
tapu verildiği halde 1970'lerden itibaren sahiplerine geri
verilmesi kararı altında. Eski sahipleri ölmüş ise, mülklere el
konmuş. Bu uygulamaların bir an önce son bulmasını diliyorum.
* 2000'lere gidilirken Türkiye toplumu sizin
pencerenizden nasıl bir manzara arzediyor?
* 75. yıldönümünü birlikte kutlamakta olduğumuz Türkiye,
çok karmaşık gündemli görünse de, ben bu sıkışık ortamdan çıkıp
baktığımda, durumun o kadar da kötü olmadığını görüyorum.
Gelecek açısından ümitliyim. Ülkemizin gerek bölgesel
konumundan, gerek kendi içindeki ileriye dönük hamleleri
akımından iyimserim. Sistemin yeni döneme uyarlanmasıyla birçok
sorunun üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorum.
* Günümüzdeki laiklik tartışmalarına ne diyorsunuz?
* Bu ilke bizim cemaatimizin içinde var. 1863'teki belge
bunu tescil ediyor. Bu anlayış hala devam ediyor. Ben Türkiye
Ermenileri patriği olarak, burada insanların evlenmesi,
boşanması, mülkiyet ihtilafları gibi hususlara bakacak dini
mahkemelere başkanlık etmeye hiç mi hiç hevesli değilim.
Cumhuriyet döneminde doğan insanlar olarak geriye dönüşün
imkansız olduğu kanısındayım. 2000'lere adım adım ilerlerken,
Orta Çağ'a geri dönüş anlamına gelecek her çabayı, hayatı dini
yasalarla yönetmeye ilişkin her adımı gülünç buluyorum.
"2000, Türkiye için büyük fırsat"
* 2000 yılı kutlamaları bütün insanlığın ilgisini
çekiyor, ama Hristiyanlar için ayrı bir önem taşıyor. Siz
Türkiye'de "millennium" kutlamalarına nasıl katkılar
yapacaksınız? Türkiye için bu kutlamalar büyük bir fırsat değil
mi? Türkiye sizce bu konuyu yeterince önemsiyor mu?
* Biz çok önemsiyoruz bunu, ama devletin bu işle alakalı
birimleri ne kadar önemsiyor, hala bilemiyorum. Bakın,
Türkiye'de Anadolu'nun üç ana kilisesi var: Ermeni, Rum ve
Süryani kiliseleri. Benim bildiğim kadar, 2000 kutlamaları
konusunda bu üç kiliseden hiçbiriyle temas kurulmadı. Biz her
türlü katkıyı yapmaya hazırız, ama son ana bırakılırsa, korkarım
istemediğimiz engeller önümüze çıkabilir. Hep söyledim:
Hristiyanlık açısından birinci dereceden kutsal ülkeler Filistin
ve Vatikan ise, ikinci dereceden kutsal ülke Anadolu, yani
Türkiye. Düşünün, İsa'nın havarilerinden yarısının mezarları
buradadır! Bunun turizm, kültür ve dinler arası ilişkiler
bakımından devasa önemi var. 2000 yılında İsrail'e müthiş bir
turizm akımı olacak. Bize ne kadarı gelecek? Biz turizm krizine
cevap ararken, bunu da düşünmeliyiz. Türkiye'nin kültürel,
folklorik, dini dokusunun sonuna kadar kullanılması,
sergilenmesi gerekiyor. Ben bunun yapılmadığı kanısındayım. Bu
büyük fırsat değerlendirilmelidir.
HILTON OTELİ'NDEKİ RESEPSİYONDA PATRİK II. MESROB HAZRETLERİNİN KONUŞMA METNİ
"3. Binyılın eşiğindeyiz. İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını
kutlamaya hazırlanıyoruz. Bunun hepimiz için büyük fırsat
olduğunu düşünüyorum. Geleceğimizi kıtaların, kültürlerin ve halkların
birlikteliği düşüyle tayin etme fırsatı...
İnsan hayatına, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, adil ve her
türlü şiddetten uzak bir dünya hepimizin ortak özlemi.
Önümüzdeki bu dönüm noktası yalnızca eşsiz bir fırsat değil,
aynı zamanda çetin bir sınav sunuyor bizlere. Geride bırakmaya
hazırlandığımız 2. Binyıl trajik olaylarla doluydu.
Yine de geride bıraktıklarımız arasında hep saygıyla yad
edeceğimiz, önümüzdeki binyıllarda da sevinçle kutlayacağımız nice olaylar
yok değil.
Tıpkı bugün kutladığımız gibi...
İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine
rastlayamayacağımız bir olaydır.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra,
1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni episkoposluğunu
çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi
Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer
dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir.
Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri
için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce,
ne de sonra görüldü.
Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri,
özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını gözönünde
bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın
değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini,
sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.
İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını
onun örf ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet'i,
onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve
1461'deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim'den
başlayarak bu makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi
sevgiyle ve minnetle anıyoruz.
Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık
Hristiyan cemaati olarak 75. yılını coşkuyla kutladığımız
Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle
inanıyor ve yarınlara ümitle bakıyoruz."
|